Takım Yıldızı

 Birinci bölüm

Herkesten usulca uzaklaşıp sessizce çikolatalı sütünü alarak dışarı çıktı. Kısa bacakları ve pembe prenses kıyafetiyle yıldızları en rahat izleyebileceği bir banka oturdu. Bal rengi gözlerini gecenin parlak yıldızlarına dikti. Bunu her zaman yapardı. Daha altı yaşında adı gibi bilirdi yıldızları.

O gece en sevdiği takım yıldızını, zincirli prensesi, gördü. Cam gözleri ışıldadı ve aniden bir yıldız kaydı. Küçük kızınsa yanağından bir damla yaş... Bir tane daha ve bir tane daha...

"Merhaba," küçük kız irkilerek çikolatalı sütünü düşürdüğünde gözyaşları da sicim gibi akmaya başladı. "Şey... Neden ağlıyorsun?" dedi ve devam etti. "Eğer çikolatalı süt içinse yenisini alabilirim."

Omuz silkerek "Yıldız kaydı,"  dediğinde, çocuk şaşkınlıkla kaşlarını çattı. "Dilek tut o zaman. Bak, yıldız senin için takımını bozup ayağının dibine düşüyor." Küçük kızın ağzı şaşkınlıkla aralanarak, "Ama her yıldız kaydığında daha da karanlık oluyor. Ben karanlıktan korkuyorum. Bir dilek hakkım varsa takımına dönsün yıldızlar."

Küçük çocuk, gece karanlığında bile parlayan gözlere baktı. Çocuk aklıyla koyamadığı ancak gece karanlığında bile cam gibi parlayan bu gözlerin sahibine döndü. Onu az önce bozulan takım yıldızına benzetmişti. Zincirli Prenses. İşte onun adı buydu.

"Adın ne?" Küçük kızın kafasını çevirmesiyle sarı saçlarını adeta delip geçen tacı yere düştü. Çocuk adam bir prens edasıyla tacı kızın başına yerleştirirken konuştu. "Senin için bir takım yıldızı oluşturacağıma söz veriyorum." Yıldız'sa şaşkınlıkla bunu nasıl yapacağını düşündü.

Çocuk adam uzaklaşırken Yıldız'ın aklında cevapsız sorular vardı. Bir insan takım yıldızı oluşturabilir miydi? Aklında dönüp duran sorulardan en önemli olanı sordu. Çatık kaşlarıyla çocuk adam uzaklaşırken seslendi.

"Hey! Adın ne? Ve sen takım yıldızı kuramazsın ki!"  Çocuk adam kendisine bağıran kıza baktı. Dik kirpikleri inadını çok net ortaya koyuyordu. "Öyle mi prensesim?" diye içinden geçirdi.

Gülümseyerek "Sen sadece Kuzey'den görünürsün zincirli prenses," dedi. "Sadece benden..."

Kolumun sarsıntısıyla kafamı sıradan kaldırdım. Rüyamın etkisinden çıkmaya çalışıyordum. Gözlerimi kırpıştırmaya devam ederken ders hocası içeri girmişti. Yoklama defteriyle uğraşırken her zaman yaptığım gibi dalgın gözlerle hocayı dinliyordum.

Orta yaşlı ancak renkli gözlükleriyle kendine farklı bir hava katmaya çalışan biriydi. Gözlüklerinin üzerinden bize baktı ve baş parmağıyla burun kavisinde kaydırdı. Bugün okulun ilk günüydü ama Selma Hoca hiç değişmeyen yeni bir yıla başlama konuşmasını gerçekleştiriyordu.

"Yeni bir yıl, yeni bir başlangıç demektir. Ve siz artık on ikinci sınıfsınız. Hayallerimiz ve hedeflerimizle başlayalım ilk önce."

Batuhan arka sıradan bize yaklaştı. "Allah çarpsın ben bu anı geçen sene yaşadım."

"Onun adı dejavu salak." Ben Batuhan'ın tepkilerine gülerek cevap verirken, yanımda oturan Melek "Pff, biz bu kadın yüzünden her sene dejavu yaşamak zorunda mıyız?"

"Melek çok istekli geldin gözüme. İlk seninle başlayalım." Melek sinirle ayağa kalkarken "Gözün bozuk ondandır," dedi. Keşke ben de her sabah yürek yiyerek uyanabilsem.

"Efendim, duyamadım?" Melek bize göz devirirken Batuhan ve ben gülmemizi bastırmaya çalışıyorduk. Bütün gözler ona çevrilmişti. Bir yetmiş boyu ve siyah uzun saçlarıyla oldukça dikkat çekiciydi.

"Ben kaldırım mühendisi olsam yeter hocam." Selma cadısı, aman hocası, göz devirirken Batuş ve ben gülmekten ölecektik. Çünkü sıradaki kurbanları biz olacaktık.

Batuhan "Bak şimdi," diyerek üç parmağını gösterip sessizce üçten geriye saymaya başladı. "Üç, iki, bir ve sıfır..." Ben daha ne olduğunu anlayamadan kollarını bağlayarak konuşmaya girdi. "Batuhan senin hedefini öğrenelim. Ne dersin?"

Bu Batuhan. Nam-ı diğer; Batuş. Hani bazıları "bal" bazıları "mal" diye sevilir ya. Her grupta vardır. Bu da bizim malımız. Beni en çok güldüren malım...

Hocaları delirtmekte mastır yapmıştır kendileri. Arka sıramızda kalkerken göğsünü kabartarak konuşmaya başladı. "Ben d e boş işler müdürlüğü kazansam iyi olacak." Göz kırparak yerine oturduğunda sınıfça kahkaha atıyorduk. Fark ettim de takım yıldızı olmasa çekilmez bu okul. Onlarsız bir hayat bile çekilmez.

Nihayet ders sona erdiğinde Emir ve Efsun'la konuşup detayları öğrenecektim. Yaz tatilinde sevgili olmuşlar ama en son benim haberim oldu. Onları bu sebepten ilerleyen zamanlarda süründürmeyi aklımın bir köşesine not ettim. Beyimin notlar bölümünün yanında anılar bölümü aktifleşince gülümsedim.

Takım Yıldızı'nın on senelik bir mazisi vardı. Aklıma anasınıfı anılarımız geldiğinde kahkaha atmaya başladım. Bana soran gözlerle baktıklarında "Emir hatırlıyor musun? Anasınıfında mezuniyet töreni..." Gülmekten gözümden yaş geliyordu. Devam edemeyeceğimi anlayan Eymen - Emir'in ikizi- katıldı konuşmaya.

"Anasınıfında mezuniyet töreni yaptığını için okul bitti sanan çocuğa 10- 15 yıl daha eğitim- öğretim şoku."

Kahkahalarımızın arasında Batuhan "Asıl komik olan o gün ağlayarak kaçmandı," dedi. Emir Batuhan'ın kafasına geçirdi. "Oğlum,sevgilimin yanında ayıp oluyor ama!"

Melek ve Efsun anasınıfındayken bizimle değillerdi. Haliyle bunları duymak onları hem şaşırttı hem de güldürdü.

"Ee, benim okulu düşmanı gibi gören sevgilim! Sen ileride ne olacaksın? Hedefin falan..."

"Kocan."

Emir'in saniyesinde verdiği bu cevapla Batuhan ve Melek ıslık çalıp alkışlarken, Efsun Emir'e al al yanaklarıyla sarılmakla meşuldü. Sınıftan "O!" sesleri yankılanırken gözümüzün nuru (!) Selma Hoca sınıfa girdi. Yerlerimize geçerken Eymen "Hızınız 120. Yavaşla bence." Fısıldamasını duydum. Emir adeta gururla sırıtarak yerine geçti.

Emir'in bu tatlı hallerini çok severdim. Süt kardeşim olması onu canımdan çok sevmem için yeterliydi. Tek çocuktum ama o benim abimdi. Bir dakika büyük diye bana yapmadığı kalmıyordu ya neyse. Efsun da onun korumacı ama bir o kadar da tatlı haline aşık olmalıydı.

Düşüncelerimden sıyrılarak; ben- Melek, Eymen- Batuhan, Efsun- Emir sırasıyla oturduk. Bu düzen değil artık her sene olan bir gelenekti. Tabii bir üyemiz eksikti...

Derse kaldığımız yerden devam ederken "Yıldız en azından senden umutluyuz," diyen Selma Hoca'nın orta sırayı kast etmesi... İşte bu beni rahatsız etmişti. Melek de bu iğnelemeyi anlamış olacak ki "sondon on ozondon omotloyoz," dedi. Bu taklidi üzerine ayağa kalktım. Şimdi ben sana en sevdiklerime soktuğun lafları yedirmez miyim?!

"Ben, şu umudunuz olmayan değerlilerimle Takım Yıldızı adında resim atölyesi açmak istiyorum. Hatta izniniz olursa hayallerimizi gerçekleştirmek için şimdiden çalışmalara başlayalım. Hem geleceğe yatırım olur. Burada bizim gelecekte işe yaramayacak olan şeyleri dinlemek vakit kaybı olacak."

Ağzı açık bir şekilde beni dinleyen Selma Hoca'nın izniyle eşyalarımızı toparladık. Resim sınıfına giriş yaptığımızda ayaklarımın yerden kesildiğini hissettim. "Yıl-dız! Yıl-dız!" Batuhan, Emir, Eymen beni havaya fırlatıp dururken; Melek ve Efsun ritimli bir şekilde alkışlıyorlardı. Bense bu durumun tadını çıkarıyordum.

"Tamam, indirin artık beni! Dersten çıktık ama sessiz olmazsak bu sefer çenem bile bizi kurtaramaz." Ayaklarım yere bastığında derin bir nefes aldım.

Melek ve Efsun anlaşmış gibi "Ee?" dediklerinde hemen dilek tuttum. Gerçekleşmeyeceğini biliyordum ama bütün fırsatları ve şansları denemeliydim. Allah'ım lütfen artık çizebileyim. Lütfen...

Kendimi bildim bileli çizim yeteneğim vardı ancak sırf yönümü bulabilmek için robot resim, portre ve daha birçok çizim eğitimi almıştım. Tam on iki senedir bütün boş zamanlarımı çizmekle değerlendirdim. Bir ressam kadar iyiydim. İyi ama neden olmuyor? Neden kendimi geçmişin tozlu raflarında bulamıyordum?

Gözlerimin önünde hareket eden parmaklarla kendime gelerek kafamı iki yana salladım. Emir kafamdan geçenleri anlamış gibi önümden tabloyu alarak gözlerimin içine baktı. Ben de onun şu an ne düşündüğünü biliyordum. Takıntı yaptığımı düşünüyordu. 

Tam karşıma bir tabure koyarak ellerimi avuçlarına aldı. "Belki de öyle biri hiç..."

Bölüm sonu - devam edecek...

Yorumlar

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar